Sanayi Devrimi’yle beraber 19. yüzyılın başlarından itibaren Avrupalı devletler hem ham madde arayışları hem de pazar ihtiyacı duymaları sebebiyle Afrika kıtasında sömürge elde etmeye yönelmişlerdir.

Çünkü Dünya’da üretilen altının %79.2’si, elmasın %76.6’sı, kobaltın %75.5’i, platinin %49’u, vanadyumun %41’i ve uranyumun %20.9’u bu kıtadaki madenlerden üretilmekteydi. Bir başka ifadeyle Afrika kıtası, yeryüzündeki bütün madenlerin üçte birine sahip bulunan muazzam bir kara parçasıydı.

Her ne kadar modern sömürgeciliğin temelleri Portekiz ve İspanya ile atılmışsa da Afrika’da Batı sömürgeciliği Fransa ile başlamaktadır. Fransa, modern milletler arasında Afrika sömürgeciliği planını şekillendiren ilk ülkedir. Fransa’nın sırasıyla işgal ettiği topraklar: 1830-1847 yılları arasında Cezayir, 1839’da Gabon, 1854’te Moritanya, 1855’te Senegal, Gine ve Fildişi Sahili’nde bazı yerler, 1859 Kongo Cumhuriyeti, 1881’de Tunus, 1886 Komor Adaları, 1885’te Madagaskar, 1888’de Cibuti, 1895’ten 1890’a Selu (Mali), 1898’de Benin, 1901-1913 yılları arasında Orta Afrika ve Çad ve 1912’de Fas.1 Fransa’nın sömürgeleştirdiği bu ülkelerin kıtanın 3’te 1’ini oluşturduğunu2 ifade etmek de gerekir.

Böylece Fransa, İngiltere’nin ardından dünyada ikinci büyük sömürge devleti olmuştu. 1894’te sömürgelerle ilgili birim olan Sömürgeler Servisi’nin yerini de Sömürgeler Bakanlığı almıştı.3

Fransa’nın emperyal bir güç hâline gelmesinin en önemli sebeplerinden biri Sanayi Devrimi’nin yanı sıra şüphesiz Afrika’da ve denizaşırı topraklarda koloniler ve sömürgeler oluşturmasıdır.

Afrika, doğal kaynaklar bakımından zengin bir kıta olmasına rağmen uzunca bir süre Avrupalı güçler tarafından sömürüldüğü için, kıtanın sahip olduğu doğal kaynaklar bölge halkı tarafından kullanılamamıştır.

Sömürgeciliğin, Afrika üzerinde ne denli olumsuz etkiler bıraktığını anlayabilmek için çok uzak bir zamana gitmeye gerek yoktur. Günümüzde Afrika insanının içinde bulunduğu, ekonomik duruma, yaşadığı sefalete ve açlığa bakmak yeterli olacaktır.

Çok zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına rağmen bir türlü ekonomik kalkınmayı yakalayamayan kıta nüfusunun 300 milyon kadarının günlük gelirinin bir doların altında olması, kıtada her on saniyede bir çocuğun yetersiz beslenme ve önlenebilir hastalıklardan dolayı hayatını kaybetmesi, Batılı ülkelerde bir kişi için yıllık 600 dolarlık sağlık harcaması yapılırken, bu miktarın Afrika’da 3 dolara kadar düşmesi ve ortaya 200 katlık bir yaşam standardının ortaya çıkması elbette sadece Afrikalıların suçu değildir. Yine kara kıtadaki 48 ülkenin toplam yıllık gelirinin, Belçika’nın yıllık gelirini ancak geçmesi ve dünyanın en yoksul 50 ülkesinden 33’ünün Sahra Afrika’sında bulunması4 da unutulmamalıdır. Afrikalıların büyük çoğunluğu da kıta olarak içinde bulundukları sorunların temelinde özellikle 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında kendileri üzerinde uygulanan sömürgeci politikaların etkilerinin olduğuna inanmaktadır.

Sömürgeciliğin, Afrika insanı üzerindeki en olumsuz etkilerinden birisi olan kölelik müessesesi uzun yıllar boyu kıta insanının, bir eşya gibi ticareti yapılması sonucu insanların eziyetler çekmesine, özgür yaşam haklarından mahrum kalmalarına neden olmuştur. Konumuz itibariyle bakacak olursak; Fransa 1. Dünya Savaşı’nda bir milyon dört yüz bin insanını kaybettiği gibi üç milyon yaralı ve bir milyon sakat insanla savaştan çıkmıştı. Bu insanların çoğunluğu sömürgelerinden getirdiği yerli askerlerdi.5

Konunun uzmanlarından Ahmet Kavas bu durumu şöyle dile getirir: Angola, Nijerya ve Kongo’nun petrolü, Mali’nin altını, Cezayir’in doğalgazı, Nijer’in uranyumu, Gabon’un ormanları, Fildişi Sahili ve Gana’nın kakaosu, Mali ve Burkina Faso’nun pamuğu, Ruanda ve Uganda’nın kahvesi, Kenya’nın çayı, Madagaskar ve Komor Adaları’nın vanilyası ile Moritanya’nın balığı olmazsa idi; güçlü bir Fransız ekonomisinden söz edilebilir miydi?6

Bununla birlikte, Fransa, günümüzde kendisine bağlı sömürge alanlarının çok büyük bir kısmını kaybetmesine rağmen, hemen hemen tamamının yönetiminde -doğrudan olmasa da önemli oranda- söz sahibidir. Zira, bu ülkelerden çekilmeden önce, bütün bu ülkelerin resmi dili Fransızca olmuş (şu anda 25 Afrika ülkesinin resmi dili Fransızcadır7), iktidar Fransız kültürünü benimsemiş ve Fransa’ya tabi insanlara bırakılmıştır. Bu ülkeler, doğal olarak ekonomik açıdan da Fransa’ya bağımlı kalmışlardır.

DİPNOTLAR:

1) Ahmet Kavas, Osmanlı-Afrika İlişkileri, s. 211

2) Prof. Dr. Ramazan Özey, Afrika Kıtası’nın Panoraması: Siyaset, Toplum ve Ekonomide Farklılıklar ve Benzerlikler s. 5

3) Ahmet Kavas, age. s. 212

4) Prof. Dr. Ramazan Özey, age. s. 30-37

5) Ahmet Kavas, age. s. 214

6) Ahmet Kavas, Afrika Kendisini Sömüren Dünya’ya Ne Kadar Muhtaç, s.2

7) Ahmet Kavas, Osmanlı-Afrika İlişkileri s. 55