SİYONİZM

  ‘’ Hz. Davud soyundan gelecek Mesih, Romalılar tarafından dünyanın dört bir yanına dağıtılan Yahudileri vaat edilmiş topraklarda yeniden toplayacaktır. Süleyman mabedini inşa ettikten sonra, Musevilerin huzur ve güven işinde yaşayacakları Tanrı Krallığını kuracaktır.’’

   Diasporadaki Yahudilerin hayallerini süsleyen bu özlem (Sion’a geri dönme ideali) yeni olmayıp, kökleri asırlar öncesine dayanmaktadır. Modern bir fenomen olan siyasi Siyonizm’den tek farkı ise, bu geri dönüşün bir Mesih önderliğinde olmasıdır.

   Musevilikte Mesih inancı öylesine köklüdür ki; hemen her devirde Yahudileri vadedilmiş topraklara geri götüreceğini iddia eden sahte Mesihler türemiştir.

MODERN MESİH: TEODOR HERZL

   Siyasi Siyonizm’in kurucusu olarak kabul edilen Herzl, asimile olmuş Viyanalı bir gazetecidir. Asimilasyonun etkin bir çözüm olmadığı kanısına vararak, sonraki yıllarda Siyonist hareketin el kitabı haline gelecek ‘’Der Judenstaat’ı’’ (Yahudilerin Devleti) kaleme alır. Uluslararası platformda etkin bir biçimde yer alabilmek için, yazarlığın yeterli olmayacağını düşünerek, sonraki yıllarda diplomatik ilişkilerinde basamak olarak kullanacağı Siyonist örgütünü tam teşekküllü bir teşkilat haline getirir. Üç gün sürecek olan 1.Siyonist Kongresi’ni İsviçre’nin Basel kentinde toplamayı başarır.(27 Ağustos 1897) Farklı görüşlere sahip iki yüzü aşkın delegenin katıldığı kongreden istediği sonuçları çıkaran Herzl kendinden emin bir şekilde hatıralarına şöyle not düşer: ’’Bugün Basel’de Yahudi Devletini kurdum. Eğer bugün bunu açıklarsam herkes beni alaya alır. Oysa ki beş fakat hiç şüphesiz elli sene içinde herkes bu gerçeği görecektir.’’ İsrail Devleti, Herzl’in dediği gibi tam elli sene sonra 1948’de kurulur.

   Tek çözüm yolu olarak gördüğü diplomatik ilişkilerde ancak tek vücut olmuş bir Siyonist örgütle başarılı olunabileceğine inanan Herzl, Siyon Aşıkları ve Kültür Siyonistleri gibi kongrede temsil edilen farklı gruplara istedikleri tavizi vermekten kaçınmaz. Ama bu tavizler karşılığında Yahudiler için son derece riskli olan devletlerle diplomatik ilişkilere girme yetkisini almayı başarır. Ve hiç vakit kaybetmeden İsrail’in temelini oluşturacak diplomatik ilişkilere girişir.

    Bu çerçevede ilk önce Sultan Hamid ile görüşür. 1896 ile 1902 yılları arasında, ikisi padişah davetiyle olmak üzere tam beş kez İstanbul’a gelen Herzl, istediği sonuçları elde edemez. Basel’de Siyonist Kongresi’ni yakından takip eden Ahmed Tevfik Paşa aracılığıyla, Siyonizm’in gerçek amacından haberdar olan Sultan Hamid kendisine,Filistin’den verilecek bir parça toprak karşılığında, ilk önce(1896) yirmi milyon sterlin, daha sonra da (1901) batan imparatorluğun bütün dış borçlarını ödemeyi teklif eden Herzl’i, ‘’Bir karış toprak dahi satmam!’’ diyerek eli boş gönderir. Padişahın Polonyalı asilzade Newlinski ile Herzl’e gönderdiği mesaj ilginç olduğu kadar ibret vericidir. Sultan Hamid’in bütün bu cazip teklifleri reddedişinin altında  -daha sonra Selanik’te sürgündeyken özel doktoru Atıf Bey’e söylediği gibi- Siyonistlerin nihai amaçlarından haberdar olması yatıyordu

   Siyonistler isteklerini kesin bir dille reddeden bu talihsiz sultanı unutmazlar. Abdulhamid ile Teodor Herzl arasındaki bazı görüşmelerde arabuluculuk yapan Osmanlı Yahudisi ama İtalyan tebaasına mensup Siyonist sempatizanı Emanuel Karasu’nun padişahın halledilişini bildiren dört kişilik heyette bulunması akla Siyonistlerin kısa vadede kendilerine engel teşkil eden sultandan intikam aldıkları zannını akla getiriyor.

   Bütün bu gelişmeler yaşanırken beklenmedik bir hadise Siyonist hareket üzerinde şok etkisi yapar. Teodor Herzl kırk dört yaşında iken 1904’te ölür. Genç denebilecek yaşta ölen Herzl, Siyonist hareketin gelişiminde kendi ağırlığını hissettirir. Basit bir hayır  cemiyeti statüsünde olan Siyonist Kongresi’ni kısa süre içinde, büyük devletlerin muhatap kabul edecekleri siyasi bir teşkilat haline dönüştürür. Belki diplomatik girişimlerinde istediği sonucu alamaz anca uluslararası platformda Siyonist hareketin tanınmasını sağlar. Hayal ettiği İsrail Devleti ölümünden kırk dört yıl sonra onun kurduğu temeller üzerinde yükselir. Ama sonraki yıllarda yaşanan gelişmeler onun sadece İsrail Devletinin değil, aynı zamanda günümüze kadar devam edecek şiddet ortamının da mimarı olduğunu gösterir. Bir halkın geleceği için kurduğu hayaller, başka bir halkın hüsranı olacaktır.

HERZL SONRASI SİYONİZM

   Herzl’in ölümünden sonra kısa bir tereddüt dönemi geçiren Dünya Siyonist Örgütü efsanevi liderlerinden  Haim Waizmann’ın girişimleri ile tekrar ivme kazanır. Bu arada Filistin’e yönelik Yahudi göçü kesintisiz olarak devam etmektedir.

   Siyonistlerin yine bu dönemde aldıkları bir karar, emekleme aşamasında olan Siyonizm’in gerçek amacını net bir şekilde ortaya koyar. İngiltere Siyonist Teşkilatı’na Arjantin ve Kıbrıs’tan sonra 1903’te Uganda’yı teklif ederler. Her fırsatta zulme maruz kalmadan, huzur ve güven içinde yaşayabilecekleri bir yurdun peşinde olduklarını öne süren Siyonistler, konunun karara bağlandığı 7. Kongrede Kudüssüz (vaad edilmiş topraklar) Siyonizm’in hiçbir anlam ifade etmeyeceğini öne sürerek, İngiliz teklifini kesin bir dille reddederler. Bu karar Siyonistlerin güven içinde yaşayabilecekleri bir yurttan ziyade asırlardır hayallerini süsleyen bir idealin peşinde olduklarını gösteren somut bir veridir. Masum bir istek gibi görünen taleplerin altında, ideolojik nedenlerin yattığını bir kez daha ortaya koyar. Kısa bir tereddütten sonra hareket, bütün dikkatini Filistin üzerine yoğunlaştırır.

BALFOUR DEKLARASYONU

   Siyonist hareket nihai amaçlarına ulaşabilmek için bölgede en etkin güç olarak gördüğü İngiltere nezdindeki diplomatik girişimlerini arttırır. Siyonistler İngiliz diplomasisini kendi saflarına çekebilmek için Amerikan siyasi mekanizması üzerinde büyük etkisi olan Yahudi lobisini harekete geçirir.

   Hal böyle iken, Yahudi lobisini karşısına almak istemeyen İngiltere, Siyonist hareket için dönüm noktası olarak algılanan Balfour Deklarasyonunu kabul etmekten çekinmez.

   İngiltere Dışişleri Bakanı Lord A. James Balfour, tarihe Balfour Deklarasyonu olarak geçecek meşhur mektubu 2 Kasım 1917’de Siyonist Federasyonu’na gönderir. Mektubu içeriği gayet kısa ve nettir: ‘’Majesteleri, hükümeti Filistin’de Yahudi halkı için ulusal bir yurt kurulmasını sempatiyle karşılamakta ve bu amaca varılmasını kolaylaştırmak için azami çaba göstereceğini bildirmektedir.’’

PAYLAŞMA PLANLARI

   Siyonistlerin uzun süre titizlikle kullandıkları ‘’Yahudi Yurdu’’ kavramı, 1930’larda ilk Filistin paylaşılma planı ortaya atıldıktan sonra yerini ’’Bağımsız Yahudi Devleti’’ ifadesine bırakır. Bu tarihten itibaren Siyonistler tam müstakil bir Yahudi devletinin peşinde olduklarını açıkça ifade etmekten çekinmezler.

   Hedefe varmada tedhiş hareketlerinin yeterli olmayacağının bilincinde olan Siyonistler, başta propaganda olmak üzere her alandaki faaliyetlerini arttırarak devam ettirirler. Amerikan Yahudi lobisinin imkanlarından faydalanarak, zaten Nazi katliamlarıyla şok olmuş dünya kamuoyunu kendi lehlerine çevirmekte zorluk çekmezler. Siyonizm’in oluşumunda ve gelişiminde etkin rol oynayan Avrupa kaynaklı anti-semit eylemler Siyonist hareketin sonuca varmasında da belirgin rol oynar. Ama ne gariptir ki; tarihe soykırım olarak geçen bu hadiselerin bedelini olaylara hiçbir şekilde iştirak etmeyen ve katliamlar üzerinde hiçbir sorumluluğu olmayan Filistinliler öder.

    Terör hareketleri karşısında iyice köşeye sıkışan İngiltere, Filistin’i Birleşmiş Milletler’e devrederek soruna uluslararası bir boyut kazandırır. 31 Ağustos 1947’den itibaren Filistin sorununu incelemeye başlayan BM komitesi, Filistin’in Arap ve Yahudi olmak üzere iki ayrı devlete bölünmesini öngören çoğunluk tasarısını kabul eder. Tasarının 29 Kasım 1947’de genel kuruldan geçmesiyle, Siyonistler asırlardır hayallerini kurdukları devlete kavuşurlar. İsrail 181 sayılı BM kararıyla resmiyet kazanır. Tasarıya göre Kudüs ise, BM’nin denetimi altında kalacak uluslararası bölgeye devredilir.

   O döneme ait veriler incelendiğinde, BM’nin aldığı kararın ne kadar yanlı olduğu net bir şekilde görülür. İsrail’in bağımsızlığını ilan ettiği tarihte 2 milyon 65 bin olan Filistin nüfusunun 1 milyon 415 bini Arap, 650 bini Yahudi idi. Yüzyılın başından itibaren devam eden yoğun Yahudi göçüne rağmen paylaşma planının kabul edildiği sıralarda Filistin  nüfusunun ezici çoğunluğunu hala Araplar oluşturuyordu. Ayrıca yine bu tarihte Yahudilerin elinde bulunan topraklar 372 bin 925 hektar olup, Filistin topraklarının %5.67’sine tekabül ediyordu. Demografi ve toprak oranları gibi temel verileri göz önünde bulundurmayacak kadar yanlı bir tutum sergileyen BM, Filistin topraklarının %56’lık gibi büyük kısmını, Filistin toplumunun %33’ünü oluşturan ve toprakların sadece %5.67’sini elinde bulunduran Yahudilere verir.

   Temsil ettikleri nüfusun çok üzerinde toprağa sahip olan Siyonistler bununla yetinmeyip uyguladıkları tedhiş yöntemleriyle Yahudi bölgesindeki güçlü Arap azınlığı yıldırmaya çalışırlar. Amaçlarına ulaşabilmek için en az Nazi katliamları kadar iğrenç ve kanlı eylemlere girmekten çekinmezler.  Irgun terör örgütü 9 Nisan 1947’de dört yüz kişinin yaşadığı silahsız Deir Yasin Köyü’ne girerek yaşlı, kadın, çocuk ayırt etmeksizin iki yüz elli masum insanı vahşice öldürür.

   Deir Yasin’i, erkeklerin öldürülüp kadınların ırzına geçildiği Kataman katliamı takip eder. Siyonistler amaçlarına ulaşırlar. Deir Yasin ve Kataman katliamını duyan yüzbinlerce Filistinli bir daha dönemeyecekleri evlerini, topraklarını terk ederler. O dönemde Irgun lideri olan Nobel Barış Ödülü sahibi Menahem Begin ‘’Deir Yasin olmasaydı, İsrail olamazdı.’’ diyerek, İsrail’in kan, gözyaşı ve zulüm üzerine kurulduğunu dolaylı yönden de olsa kabul eder.