Yazmak, yazabilmek… İfade etmeye çalışmak… Hissettiğini hissettirebilmek…
Bunlar çok müstesna duygular benim için. Onun için ülkemden 4 bin 200 km uzaktan, akademik bir üslup kaygısı da taşımadan satırlara döküyorum duygularımı.
2013’ün 15 Ağustos’unda ayak basmıştım Sudan’a. Tam bir sene kaldım. Mutlu ayrılmıştım, kalbimde de bir gün geri döner miyim acaba buralara diye geçmiyor değildi açıkçası… Ama planlarımızın arasında böyle bir durum söz konusu değildi. Fakat denilir ya: ‘’İnsan plan yapar, kader gülermiş.’’ diye. Aynen öyle oldu. Ani bir gelişme ile dil eğitimi için bu defaki dokuz aylığına olmak üzere ikinci defa Sudan’a geldim.
İlk gelişimde, kafamdaki Afrika/Sudan profili ile gördüklerim ve yaşadıklarım epey farklıydı. Onun için hayat okulundan, ‘’ön yargılarını bir tarafa bırakma’’ dersini almıştım ciddi olarak.
14 Kasım 2017’de Hartum havaalanına indiğimde sanki doğup büyüdüğüm topraklara gelmişim gibi hissettim kendimi. Çalışmalarıma devam etmeye başladım.
Dokuz gün sonra Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş Sudan’a geldi. İki gün burada kaldı. Öğrendik ki; bir ay sonra da Cumhurbaşkanımız gelecekmiş. Gelmesini çok arzu ediyordum. Çünkü 2006’da, başbakan iken gelmiş Sudan’a. Güzel neticeler vermiş bu ziyaret.
Cumhurbaşkanımızın geleceği kesinleşince epey heyecanlandım. Çünkü tek gelmeyeceği ve geldiğinde de ciddi anlaşmalar imzalanacağı malumdu. Acaba neler olacak? Nasıl olacak? Sudan halkı ne tepki verecek diye birkaç gün hayal kurarak uyuduğumu hatırlıyorum.

ZİYARETTEN ÖNCESİ

Tahmin ettiğimin üzerinde gelişmeler oldu. Ziyaretten üç dört gün önce Sudan’ın yazılı ve görsel medyasında tek gündem Türk-Sudan ilişkileri ve yaklaşan tarihi ziyaretti. Tarihi ziyaret… Çünkü ilk defa Cumhurbaşkanı sıfatıyla Sudan’a resmi bir seyahat gerçekleştirilecekti. Cumhurbaşkanımızın konaklayacağı otel ve birkaç programının gerçekleşeceği kongre merkezinin olduğu Nil Caddesi, kilometrelerce Türk bayrakları ve ‘’Sudan’a hoş geldin Erdoğan’’ pankartlarıyla süslenmişti. Halk, onu karşılamak için adeta sokaklara dökülmüş ve havayollarına giden yollar yoğunluktan dolayı kapatılmıştı. Normalde Cumhurbaşkanımız, bir ülkeye gittiği zaman sadece o ülke lideriyle olan toplantısı canlı yayınla verilirken; burada Cumhurbaşkanımızın uçağının hava limanına inişi an be an canlı yayınlanıyordu. Çok şaşırmıştım. Bu derece mi önemsiyorlar diye sormuştum kendime.

SEVAKİN ADASI

Cumhurbaşkanımız bugün tarihi Sevakin adasında restorasyonları TİKA tarafından tamamlanan Osmanlı eserlerini (Gümrük Binası, Hanefi ve Şafii Camii) incelemek üzere Port Sudan kentinde idi. Çok şükür 2014’te ben ve arkadaşlarım bu adayı ziyaret etmiştik. O zaman çalışmalar devam ediyordu. TİKA’nın adını ilk defa duyduğum bu kentte ve bu adada bu denli büyük bir restorasyonu nasıl yaptığına çok şaşırmıştım.
Asıl bomba şimdi… Meğerse Sevakin Adası, o kadar tarihi ve stratejik bir konuma sahipmiş ki bunu duyunca bu kadar mühim bir bilgiyi nasıl bilmediğimde çok utandım ve de üzüldüm. Çünkü asırlar boyunca ta Güney Afrika’dan başlayarak, hacca gitmeye niyet eden Müslümanlar ve kıtanın kuzeyi, batısı ve doğusundaki diğer Müslümanlar bu adaya gelerek buradan gemilerle Cidde limanına geçiyorlarmış. Yüzyıllar boyunca hacca böyle gidiliyormuş. Onun için Osmanlı Devleti kutsal beldelere seyahat eden hacıların ihtiyaçlarını karşılamak için adada büyük bir kervansaray inşa etmiş. Gemilerin gelmesini bekleyen insanlar, bu adada rahatça her türlü ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlarmış. Hatta o kadar ince düşünceli imiş ki büyüklerimiz, kıtadaki mezhep farklılıklarını göz önüne alarak iki camii (Hanefi ve Şafii Camii) inşa etmişler adaya.
Osmanlı yıkıldıktan sonra, yıllarca aklımıza gelmemiş burası. Unutmuşuz, unutturulmuşuz. İşte bugün TİKA ‘’ayrı coğrafyalarda aynı imza’’ diyerek ecdat yadigârı buralara gelerek bu eserleri aslına uygun olarak restore etmişler. Burada durup düşünmek gerekmez mi? Neredeydik biz bunca yıldır? Ne yapıyorduk? Sınırlarımızı sadece 780 bin kilometrekareden mi ibaret sanmıştık hep? Yazık değil miydi, Osmanlı bu topraklardan gittikten sonra adalete, barışa, sevgiye, dostluğa, kardeşliğe muhtaç kalan halklara!?

FAHRİ DOKTORA TÖRENİ

Cumhurbaşkanımız saat beş gibi başkent Hartum’a tekrar geldi. Biz de bugünkü törene katılacaktık. Geceden bir tane pankart hazırladık. ‘’Ezilenlerin gür sesi, suskun dünyanın hür sesi… Sudan’a Hoş Geldiniz.’’ yazdık. Erkenden salondaki yerimizi aldık. Zaten yarım saat sonra kapıları kapattılar. Çünkü salonda oturacak tek bir boş koltuk dahi kalmamıştı.
Önce Hulusi Akar, bakanların ve iş adamlarının olduğu kalabalık bir heyet geldi salona. Zaten sunucu, Cumhurbaşkanımızı ‘’İslam hilafetinin şerefini tekrar geri getirecek olan müfekkir, müceddid Erdoğan…’’ diye nitelendirince benim gözlerim yaşardı. Hem sevindim, hem düşündüm. Sevindim bize olan bakış açısı bu, düşündüm çünkü bu laflar, laf olsun diye söylenmiş değil. Ondan dolayı omuzlarımızdaki ağırlığı hissettim. Cenab-ı Hak bize böyle bir lider bahşetmiş ona her ne pahasına olursa olsun sahip çıkmamız lazım dedim. Bu esnada medar-ı iftiharımız olan Cumhurbaşkanımız salona teşrif ettiler. En az on dakika kimse yerine oturmadı, oturamadık. Tekbirler, dualar ve sloganlar ile karşıladık. Ne Sudanlılar sustu ne burada okuyan Türk öğrenciler. O kadar memnun kaldı ki Cumhurbaşkanımız şunu dedi: ‘’Kendimi Ankara’da, İstanbul’da nasıl evimde hissediyorsam, burada da öyle hissettirdiniz. Sağ olun!’’

NYALA SUDAN-TÜRKİYE HASTANESİ

Cumhurbaşkanımız konuşmasında çok konulara değindi. Önemli bir başka noktayı daha aktarmak istiyorum. O da şudur ki: 2006 yılının Mart ayında Sudan’a bir seyahat gerçekleştiren Sn. Erdoğan, Darfur bölgesine yaptığı ziyarette, bölgede çok ciddi sağlık problemlerinin olduğunu görüp, mazlum ve mağdur halkın taleplerini de dikkate alarak bölgeye bir hastane yaptırma sözü vermiş. 2010 yılında inşaatına başlanan Nyala Sudan-Türkiye Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2012’de faaliyete başlamış, TİKA verilerine göre sadece 2014 yılında 65 bin 897 kişiye sağlık hizmeti vermiştir.
Bugün Sudanlılar bu hastaneden, Sudan’ın en modern ve donanımlı hastanesi diye bahsediyorlar. Doktorlar ise belli bir yıla kadar Türkiye’den gelecek. Bir yandan halkın taleplerine -ücretsiz olarak- cevap verirken, bir yandan da buradaki doktorlara eğitim verecekler. Hasta olan bir çocuğunu, göz göre göre kaybetmek üzere olan ve hastane masrafları için cebinde parası olmayan bir annenin, bir babanın yerine koyalım mı kendimizi bir dakikalığına… Belki daha iyi anlarız.
‘’İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın.’’ mantığı üzerine kurulan Osmanlı devletinin, bu asırdaki çocukları olarak bizler geleneği ihya geleceği inşa etmekle mükellefiz. ‘’Sudan bizim mi devletimiz?’’ gibi basit sorulardan artık kurtularak, Sudan’ın da gönül coğrafyamızın sınırları içinde müstesna yeri olan bir devlet olduğunu akla getirmeliyiz.

PROGRAM SONRASI

Hâsıl-ı kelam; bugünkü program dolu dolu geçti. Göğsümüz kabardı. Çok şükrettik. Program çıkışında eve gitmek için arabanın gelmesini beklerken olanları da söyleyeyim bari. Konferans sona ermiş, herkes dağılmıştı. Türk heyeti ise, yan salonda Türk-Sudan İş Formu’na katılmak üzere oraya geçmişti. Biz alınmayacaktık ikinci konferansa, sadece iş adamları girebiliyordu. Neyse, biz on arkadaş arabayı beklerken bir hareketlilik oldu. Bir baktık Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar çıkıyordu. Yanında fazla kimse yoktu. Ona yöneldik. Bizi gördü, geldi. Tokalaştık, halimizi, burada ne yaptığımızı sordu. Anlattık, fotoğraf çektirdik. Derslerinize iyi çalışın, yüksek notlar alın dedi. Arabasına bindi ve gitti. Koskoca Genelkurmay Başkanı bizimle ilgilendi vay be derken, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu geldi. Sonra Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba geldi. Sarıldı bize, çok alaka gösterdi. Sıkıntınız var mı dedi. Fotoğraf çektirdik. Twitterda paylaşayım, fotoğrafları alırsınız dedi. Sonra eve gelince baktık. ‘’Sudan’da üniversite öğrenimini sürdüren pırıl pırıl gençlerimizle bir arada olmanın mutluluğunu yaşadık. Dünyanın dört bir yanında bayrağımızı dalgalandıran gençlerimizle gurur duyuyoruz.’’ notuyla fotoğrafımızı paylaştığını gördük. Ayrı bir mutlu olduk. Başarı, ilgi ve sevginin olduğu yerde gelir. Devlet büyüklerimizin bu tutumları bizi ayrıca motive etti. Burada da yalnız değiliz, arkamızda birileri var dedik.

OTELDE 6 SAATLİK BEKLEYİŞ

Bizler Sudan’da Türk öğrenciler olarak Cumhurbaşkanımızı programları boyunca yalnız bırakmamaya çalıştık. Arkadaşlarımız, sınavları yaklaşmasına rağmen iki gün üniversiteye gitmediler. Hele ki Cumhurbaşkanımızın kaldığı otelden ayrılarak Çad’a hareket edeceği 26 Aralık günü, sabah namazını kıldıktan sonra saat altıda evden çıktık. Otele gittik. Sadece korumalar nöbetteydi. Ortalıkta kimse yoktu. Beş buçuk, altı saat bekleyişin ardından Cumhurbaşkanımız odasından çıkarak lobiye geldi. Aslında otelden çıkıp, doğru havaalanına gidecekti. Başka programı yoktu. Ama biz karar almıştık. Otelden çıkmadan önce, Türkiye’den binlerce kilometre uzakta bile onu seven, ona destek veren, dua eden bir avuç insanın olduğunu görsün ve bilsin istedik. Bilsin ki, ümidini hiç yitirmesin. Daima aşkla, şevkle çalışmalarına devam etsin istedik.
Ve elhamdülillah… Bugün yaptığı açıklamada yukarıda da belirttiği üzere ‘’Özellikle Sudan’da şahsımızda ülkemize ve milletimize gösterilen teveccüh, bizlere tarihî sorumluluklarımızı tekrar ve tekrar hatırlatmıştır.’’ cümlesi bizim içimize su serpti. Çünkü biz elimizden gelenin fazlasını yapmaya çalışmıştık.

SON SÖZ

Bir gün bu notları daha derli toplu bir araya getirir miyim bilemiyorum ama bugün maddi manevi çok dersler aldım.
Dünyadaki mevcut devlet başkanları içerisinde 29 Afrika ülkesini ziyaret eden tek liderin Recep Tayyip Erdoğan olduğunu öğrendim. İlerleyen yaşına rağmen, yurt içinde, yurt dışında gayyurane, fedakârane, yorulmadan, bitmek, tükenmek bilmeyen bir heyecan ile koşan bir adam var önümüzde.
Cumhurbaşkanımızın da sık sık vurguladığı ve benim de çok hoşuma giden bir Afrika atasözünde denilir ki: “Aslanlar kendi hikâyelerini yazmadıkça, avcıların hikâyelerini dinlemek zorundayız.”
İslâm Dünyası olarak artık, bize yazılan hikâyeleri dinlemeye bedel; kendi hikâyemizi yazma vakti gelmedi mi?
Unutmayalım; bu hikâye, hepimizin hikâyesi…