Balkanlar… İnsanın aklına çeşit çeşit düşünceler getiren, kalbine pek çok hissiyatlar aksettiren bir kelime. Daha manidar bir tabirle: gönül coğrafyamız.
Senelerden beri dua ederim. Rabbim bize ecdadımızın sayısız kahramanlıklarına ev sahipliği yapan bu toprakları keşfetmeyi nasip etsin diye. Hamd olsun bu yaz fırsatımız oldu. Bir haftalık ilk Balkan seyahatlerimizi gerçekleştirdik elhamdülillah. Malum Ağustos ayı Türk İslam tarihinde zaferler ayı olarak bilinir. Nice unutulmaz başarılar Allah’ın izniyle hep bu ayda ihsan edilmiştir. Bizim de yolculuğumuz bu aya tevafuk etti.
Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı bilir bilemiyorum ama sanırım en güzeli gezerken okumak ve okurken gezmek. Biz de özellikle TDV İslam Ansiklopedisindeki Balkanlar, Rumeli, Bosna Hersek, Saraybosna, Gazi Hüsrev Bey, İsa Bey, Mostar, Travnik, Sırbistan, Belgrad, Karadağ, Podgorica vb. gibi ondan fazla makale ile tarihsel ve kültürel olarak seyahat etmeye çalıştık.
Biz Saraybosna’nın Ilidža bölgesinde konakladık. 26 Ağustos Salı sabahı Saraybosna’nın adeta kalbi olan Başçarşı’ya (Baščaršija) hareket ettik. Araç girişinin olmadığı sokaklar ve dükkanlar arasından tarihi su sebilinin (Sebilj) olduğu noktaya geldik. Yüzlerce güvercinin de meskeni olan burada tarihi camilerin panoramik seyri eşliğinde epey vakit geçirdik. İkindi namazını adeta mü’minler ile dolup taşan Gazi Hüsrev Bey Cami’nde (Begova Džamija) eda ettik. Daha sonra Gazi Hüsrev Bey müzesi ve kütüphanesini ziyaret ettik. Müzede Gazi Hüsrev Beyin hayatını ve bu coğrafyadaki etkilerini anlatan 14 dakikalık bir video-film gösterisini izledik. Oradan Kovaći mezarlığına giderek Bosna Hersek’in ilk cumhurbaşkanı ve milli kahramanı olan merhum Aliya İzzetbegoviç’in kabrinde birer Yasin okuyarak kendisinin ve Bosnalı tüm şehitlerin ruhuna bağışlama yaptık.
Bosna’da gezdiğimiz hemen hemen her yerde Osmanlı mezar taşlarına rastladık. Bazen bir caminin haziresinde bazen bir mezarlıkta bazen de bir evin bahçesinde… Bu toprakları mübarek kanları ile sulayan ecdadımıza da sık sık Fatihalar okuyarak rahmet diledik. Akşam namazını Başçarşı Cami’nde kılıp ilk günümüzü tamamladık.
Bu arada Başçarşı’daki Buregdžinica Sač restaurantta peynirli, patatesli Boşnak böreği yemenizi öneririz. Ama özellikle burek dedikleri kıymalı olanını tatmanızı şiddetle tavsiye ederiz. Bu arada 1 € yaklaşık 2 Bosna markı (km). Yeme ve içme fiyatlarında fahiş fiyat söz konusu değil. Mesela bizim 2 kişi olarak içeçekler ile beraber ödediğimiz fiyat 16 km yani 8 € tuttu.
İkinci gün ilk durağımız Konice (Konjic) şehri idi. 19. Osmanlı padişahı Sultan 4. Mehmet’in saltanatı sırasında 1682’de inşa edilen ve 86 metre uzunluğa sahip olan Tarihi Konjic Köprüsü’ne nazır yüksek bir yerde şehri detaylıca gözlemleme imkanı bulduk. 2. Dünya Savaşı’nda büyük hasar gören ve 2009’da TİKA tarafından restore edilen bu ihtişamlı ve azametli köprüden geçerek şehrin sokakları arasında dolaşma imkanı bulduk. 1992-1995 yıllarında yaşanan savaşta minaresi havan topu ile vurulan Vardačka Camisi’ne vardık. Bosna savaşının derin izlerini yıkık minaresinde taşımayı sürdüren bu “gazi cami” bizleri epey hüzünlendirdi.
Oradan yaklaşık 2 saatlik bir yolculuk ile tipik bir Osmanlı köyü olan Poçitel’e (Počitelj) uğradık. Dik merdivenleri tırmanarak kaleye çıktık. Önünden nehir akan bu şirin köydeki tarihi camiye girince Mehmet isminde olan ama sadece birkaç kelime Türkçe bilen bir abiyle karşılaştık. Cami duvarındaki fotoğraflardan buranın da Bosna Savaşı esnasında Hırvatlar tarafından dinamitle patlatıldığını daha sonra Türkiye’nin destekleriyle restore edildiğini gördük.
Müteakiben Blagay Tekkesi’ne (Blagaj Tekija) doğru yola çıktık. 15. yüzyıl başlarında Alperenler (dervişler) tarafından kurulan ve Kadiri, Rufai, Halveti ve Nakşibendi tarikatlerine ev sahipliği yapan bu tekkenin manevi atmosferini iliklerimize kadar hissettik. Daha önceleri hep fotoğraflarını gördüğümüz bu yapıyı dünya gözüyle görmüş olmamızdan dolayı şükrettik. Yekpare bir dağın yamacına ve buradan çıkan bir nehrin kıyısına kurulan bu tekkenin odalarını büyük bir merakla gezdik. Nehrin karşısına geçerek tekkeyi ve eşsiz manzarasını doya doya izleme imkanı bulduk.
Akşama 1 saat kala Mostar’a hareket ettik. Aracımızı park ettikten sonra hızlıca köprüye doğru hareket ettik. Zira hem gündüz gözüyle hem de akşam vakti bu köprüyü görmeye niyet etmiştik. Dünya mimarlık tarihine adını altın harflerle yazdıran Mimar Sinan’ın talebesi Mimar Hayrettin tarafından 1566 yılında inşa edilen ve 9 Kasım 1993’te Hırvat güçleri tarafından top atışları ile yıkılıncaya dek 427 yıl kullanılan şaheser olarak addedilen Mostar Köprüsüne vardık. 30 metre uzunluğunda ve 24 metre yüksekliğinde olan bu heyecan verici köprünün üzerinden geçerek 1618’de inşa edilen Koski Mehmet Paşa Cami’nde akşam namazını eda ettik. Caminin alt tarafında bulunan bir kafeye oturduk. Tek kişilik cezvede ve kulpsuz bir fincanda servis edilen Boşnak kahvesini yudumlarken herhalde hayatımız boyunca unutamayacağız bir ana şahitlik ettik. Mostar’ın batısında bulunan ve kentin en hakim noktasındaki Hum Dağı’nın tepesine 2000 yılında 33 metre yüksekliğinde dikilen, gece de ışıklandırılan haç işaretine bakarken bir anda hilalin doğuşunu gördük. Ve aklımıza merhum Aliya İzzetbegoviç’in: “Dağlara ne kadar haç dikerseniz dikin, gökyüzüne her baktığınızda hilali göreceksiniz.” sözü geldi. Elhamdülillah biz de tam bu söze mutabık bir ana şahitlik ettik.
Bosna’daki üçüncü günümüze öncelikle Umut Tüneli’ni (Tunel Spasa) ziyaret ederek başladık. Burası Bosna Savaşı sırasında kuşatma altındaki Saraybosna’nın dünyaya açılan tek kapısı hükmünde olan ve 4 ayda inşa edilen 800 metre uzunluğundaki tüneldir. Savaş sırasında Saraybosna’nın dünyayla irtibatını sağlayan ve yaklaşık 300 bin insanın hayatını kurtardığı belirtilen “Umut Tüneli”, savaş sürecinde sembol haline gelen yerlerin başında bulunuyor. Savaş boyunca Aliya İzzetbegoviç tarafından da kullanılan bu tünel yoluyla Saraybosna’ya askeri malzeme ile silah sevkiyatının yanında yiyecek, mazot, ilaç ve yaralı naklinin de yapıldığını biliniyor.
Umut Tüneli’nden ayrıldıktan sonra günümüzün geri kalan vaktimi ise Travnik’e ayırdık. Osmanlı Devleti’ne tam 77 vezir kazandırmış olması hasebiyle “vezirler şehri” olarak bilinen bu şehrin her köşesinde hala Osmanlı’ya ait eserler bulunmaktadır. Travnik yolunda Ahmiçi Köyü’ne (Ahmići) uğradık. Bu köy Bosna Savaşı esnasında 16 Nisan 1993’te, Hırvat Savunma Konseyi birliklerince en küçüğü kundaktaki 3 aylık bebek olmak üzere toplam 116 Boşnak Müslümanın şehit edildiği ve bir okul, iki cami ve 150 hanenin tamamen yakılıp yıkıldığı köy. O günlere ait fotoğraflar eşliğinde şehitleri yad ederek ruhlarına Fatiha hediye ettik.
Daha sonra Travnik’e ulaşarak şehrin muhkem kalesine vardık. Burçlara çıkarak derin vadilere ve yeşilin her tonuna sahip olan dağlara dikkat kesildik. Yanımıza aldığımız termostaki çay eşliğinde bu güzel manzaraları temaşa ettik. Öğle namazı öncesi şehrin sokaklarında dolaşmaya başladık. Derken kendimizi Alaca Cami veya diğer ismi ile Süleymaniye Cami’nin (Džamija Sulejmanija) avlusundaki çeşmenin önünde bulduk. Abdest alıp içeriye girdik. Ama caminin içindeki kalem işlemeleri, mihrabı, minberinin tezyinatı, kubbesinin güzelliği adeta bizi bizden aldı. Şükür ve tahiyyetü’l-mescid namazlarını eda ettikten sonra vakit namazını cemaatle kıldık. Namazdan sonra imam efendinin yanına vardık. 30 yaşında sireten ve sureten nurlu olan Asım hoca ile kısa sohbetten sonra dışarıdaki cenaze namazına iştirak ettik. Cenaze musalla taşına konulunca imam efendi Boşnakça bir şeyler söyledi ve cemaat de üç defa “helal olsun” dedi. Allah Allah tam bizim usulde kılıyorlar diye içimizden geçirdik. Daha sonra Travnik’te nehrin kıyısındaki diğer tarihi eserleri ve mekanları gezerek ve tadı hala damağımızda kalan Lutvina Kahva Coffeehouse’da čevapi dedikleri Bosna köftesini deneyimleyerek tekrardan Saraybosna’ya döndük.
Dördüncü günümüzde sabah namazının ardından Sırbistan’a doğru hareket ettik. Bosna-Sırbistan sınırında Türk pasaportlarımızı uzattığımızda gözlerindeki memnuniyetsizliğin yüzüne aksettiği ve İngilizce bilmediği için yanındaki diğer polis aracılığıyla bizlerle konuşan bir polisin birkaç dakikalık sorularına karşı sabırla cevaplar vererek Belgrad otobanına girdik.
Yaklaşık 5 saat süren bir yolculuğun ardından Belgrad merkeze ulaştık. Cuma günü olması hasebiyle daha önceden planladığımız şekilde Bayraklı Cami’ne (Bajrakli Džamija) yetiştik hamd olsun. Bu caminin Kanuni Sultan Süleyman döneminde, yani 16. yüzyılın ortalarında yaptırıldığı kabul ediliyor. Tarihi ve mimari açıdan Belgrad’taki Osmanlı mirasının en somut kanıtı olan cami güçlü geometrisi ve taş işçiliğiyle dikkat çekiyor. Ve daha önemlisi, Evliya Çelebi’nin 250’den fazla caminin varlığından bahsettiği Belgrad’ta şu anda ayakta kalabilen tek cami olma meziyetine sahip. Orta büyüklükte bir mescit edasında olan cami aynı zamanda Sırbistan İslam toplumunun merkezi ve Müslüman turistlerin de ortak durağı konumunda bulunuyor. Cuma namazı için gelen cemaat içeriye sığmadığı için avluya açılan 3 saf halı da tamamen doluyor. Cumadan önce imam efendinin sesli Yasin-i Şerif okuduğu camide maalesef ezan sesi dışarıya veril(e)miyor. Bu sebeple iç ezan edasında okunan ezandan sonra namaza durduk. Hutbeye başka bir hocaefendi çıktı. Arapça dualardan sonra Sırpça 20-25 dakikalık bir hutbe irad etti. Haliyle okuduğu ayetlerden ve brate (kardeşlerim) kelimesinden başka bir şey anlamadım. Daha sonra gözüme çarptığı kadarıyla çok farklı milletlerden Müslümanlar ile omuz omuza cumayı eda ettik elhamdülillah.
Cuma namazını müteakip yürüyerek Kalemegdan olarak isimlendirilen Belgrad’ın en büyük parkı ve en önemli tarihi yapısına doğru yol aldık. Burası Belgrad’ın Stari Grad ilçesinde, Sava ile Tuna Nehirlerinin kesişiminde, 125 metrelik bir tepede yer alıyor. Bu kale, Kanuni Sultan Süleyman döneminde, 1521 tarihinde Osmanlı Devleti topraklarına katılmıştır. Sırp mimarisinin etkileyici örneklerinin sıralandığı binalardan kurulu Knez Mihailova Caddesi’ni baştan sona inceleyerek yürüdük. Daha sonra Cumhuriyet Caddesi (Trg Republike) başta olmak üzere Belgrad sokaklarında ve parklarında birtakım geziler yaptık. Bir gece konakladığımız başkentte ertesi gün de dünyanın en büyük Ortodoks kilislerinden birisi olan Aziz Sava Katedrali’nde 20 dk geçirerek Sırbistan’dan Karadağ’a doğru yola çıktık.
7 saatlik yolculuk ve bir trafik kazasından dolayı 4 saat yolda bekleme ile toplam 11 saat sonra Karadağ’ın başkenti Podgoritsa’ya ulaştık. Sabah olunca şu anda şehirde ayakta kalan nadide Osmanlı eserlerinden olan 17. yüzyıl sonlarında 16 metre yüksekliğinde inşa edilen saat kulesi, İskender Çavuş ve Osmanagiç Camilerini ziyaret ettik. Bu bölge aynı zamanda 1/4’ü Müslümanlardan oluşan Karadağ’daki İslam toplumunun şu anda merkezi konumundadır. Daha sonra aynı zamanda Adriyatik Denizi’ne kıyısı olan Karadağ’ın önemli turizm beldelerinden Budva, Tivat ve Kotor şehirlerini ziyaret ettik. Buralardaki tarihi yapıları, kaleleri, surları, limanları dolaştık. Azımsanmayacak sayıdaki Türk turistlerin de yaz tatilinde buraları tercih ettiğini gördük. Daha sonra yaklaşık 6 saatlik kara yolculuğunun ardından Sırp kantonundan geçerek tekrardan başkent Saraybosna’ya ulaştık.
Yedinci ve son günümüzde tekrar Başçarşı’ya gittik. Sabah kahvaltısından sonra öğle namazını Gazi Hüsrev Bey Cami’nde eda ettik. Her gün öğle namazından sonra Gazi Hüsrev Bey’in ruhuna ithaf edilmek üzere hatim okunmasının bir gelenek halinde günümüze kadar geldiğine şahit olduk. Daha sonra tarihi sebilin olduğu meydanda yine belli bir vakit geçirdikten sonra 1. Dünya Savaşı’nın başlamasına sebep olarak gösterilen ve Sırp bir milliyetçi tarafından Avusturya Macaristan veliahtı ve eşinin öldürüldüğü yer olan Latin Köprüsü’nün (Latinska Ćuprija) üzerinden geçerek yolumuza devam ettik.
Seyahatimiz boyunca belki de ilk defa rastgele yürürken (çünkü ilk 6 gün uzun senelerden beri Bosna’da yaşayan arkadaşlarımızın yönlendirmesi ile gezerken, son gün kendimiz rotasız gezmeyi tercih ettik.) Osmanlı Devleti’nin Bosna’yı fethi sonrasında Saraybosna’da yapılan ilk cami olarak bilinen Hünkar Camisi (Careva Džamija) ya da diğer adıyla Fatih Sultan Mehmet Camisi’nin (Džamija Sultana Mehmeda II Fatiha) avlusunda bulduk kendimizi. İhtişamı ve mimarisi ile tarihe ışık tutan ve ziyaretçilerine eşsiz bir manevi atmosfer sunan bu camide de şükür namazı kıldık. Haziresinde Osmanlı Devleti’nin Üsküp ve Bosna sancak beyliklerinde bulunan uç beyi İsa Bey’in kabrinin de yer aldığı camiyi dört bir taraftan detaylıca inceleme imkanı bulduk. İsa Bey’in bu kentte mesnevi tekkesi, imaret, han ve hamam inşa ettirdiğini, özellikle yaptırdığı sarayın muhteşem olduğu ve bundan dolayı şehre Sarayova adının verildiğini öğrendik. Gazi Hüsrev Bey’in yoğun fetih ve gaza faaliyeti yanında Saraybosna ve çevresinin İslamlaşmasında çok önemli rol oynayan dini, ticari ve kültürel tesisler yaptırdığını bu sebeple Saraybosna’nın ilk kurucusu olarak İsa Bey’in, ikinci kurucusu olarak da Gazi Hüsrev Bey’in gösterildiğini anladık.
Caminin kapısından çıkıp Saraybosna’nın tarihi belediye binasının önünden geçerek bir camiye daha vardık. Kapalı olduğu için içeriye giremediğimiz bu caminin isminin Vekilharç (Vekil-Harač Džamija) ya da daha çok Hacılar Cami (Hadžijska Džamija) olduğunu gördük. 16. yüzyılda inşa edilen ve haziresinde pek çok mezar taşı bulunan bu camiye Saraybosna’lı hacı adaylarının hac yolculuklarına öğle namazını burada eda ettikten sonra çıkmalarından dolayı Hacılar isminin verildiğini öğrendik. Daha sonra yine 16. yüzyılda inşa edilen ve Miljacka Nehri üzerinde bulunan Keçi Köprüsü’nden (Kozija Ćuprija) geçerek tekrardan Başçarşıya doğru devam ettik.
Yolda yürürken buram buram kokan kahvenin kokusunu takip ederek bir dükkana girdik. Oldukça samimi ve güleryüzlü bir dükkan sahibi ile karşılaştık. Birkaç kelime Türkçe ile bizimle selamlaşan, hal hatır soran Fuat abiden Bosna kahvesi alarak ve hayır dileklerimiz ile oradan ayrıldık. Daha sonra da Aliya İzzetbegoviç’in kabrinin oraya park ettiğimiz arabamıza geldik. Kabristandaki emvata ve şühedaya tekrardan Fatihalar okuyarak selamlamada bulunduk.
Akşam eve varıp, ertesi gün de sabah erkenden uçağa binerek direkt Antalya’ya indik. Rabbim bu seyahatimizi hayırlı mübarek eylesin. Daha nice seyahatlere vesile eylesin. Amin. Binlerle elhamdülillah.
(Not: Seyahatlerimiz esnasında çektiğimiz bazı fotoğrafları da gezi yazımıza ekledik. Kaydırarak diğer fotoğraflara da göz atabilirsiniz.)
- serifkarakurt
- 3 Eylül 2025
- 1 yorum
1 yorum
Çok değerli Şerif abim. Öncelikle siz değerli abimiz’in daha önceki yazmış olduğunuz her makalede ki gibi, bu değerli ve güzel yazıyı da sesli olarak okudum. Kendimi,sanki ben de sizin yanınızda gezmiş gibi hissettim. Sanki,hem Saraynosna,hem Sırbistan hem de Karadağ’da sizinle gezen 3. Kişi bendim.. Yazıyı baştan sona okuduktan sonra kalbime şöyle bir kanaat geldi. Aslında biz gençler için,bu gezi’nin mahiyeti şudur; Bir Müslüman’nın gezi yaparken nasıl yapması gerektiğini ve nasıl bir şuurla hareket etmesi’ni anllatan örnek bir gezi olmuş. Gezerken ecdadlarımız’ın miraslarını görerek gezme ve kabristanlar,camiiler ve savaşın yaşandığı yerler başta olmak üzere bu usül ile gezmeniz de bizlere rehber hükmünde olmuştur. Rabbim ebediyyen razı olsun. Tıpkı daha önceki yazılarınız gibi, bu geziniz ve yazınız da fevkalade istifadeli ve feyizli oldu Elhamdülillah. Rabbim daha nice nice maneviyatı yüksek ve şanlı tarihimiz ile dolu yerleri gezmeyi nasip eylesin. Amin. Allah’a emanet olun.